şöyle ki, ben şimdi bi türk kahvesi yapayım dedim. ama sürekli nasıl yapacağımı unuttuğum için, gidip ablama sordum çünkü zaten kahveyi ona yapacaktım. o da bana "hala soruyor musun?" deyip yeniden anlattı. bıkmadan usanmadan bana nası kahve yapılacağını anlatan bi ablam var evet. bi de onun sabahları durmadan öten bi kuşu var paşa ! ama o konuya sonra gelicem yeniden. şimdi değil.
ben de gittim, ablamın dediği gibi, hem de aynen dediği gibi cidden ya, yaptım kahveyi. ama bi gariplik vardı, böle "kahvesi mi ne eksik bunun?" deyip, biraz daha kahve attım ama sonuç çok felaketti. böle demli çay gibi bulanık suda pişmiş kahve. ben onun adını kahvemsi koydum. daha az kafein, daha çok sağlık!
hüüüp! elime sağlık. ☺
edit büdüt: hepsi ablamın suçu valla !
28.9.10
24.9.10
madagaskar
hani bazen yeni tanıştığın bi insan, hani aslında hiç de onun kim olduğuyla ilgilenmediğin zamanlarda, iki kelam etmişsindir ancak, ve olur ya çok da takılmamışsınızdır ya da belki daha birbirinizi bile görmemişsinizdir. ya da öylesine bir ortamda ilk defa karşılaşmışsınızdır, adlarınızı bile yeni öğrenmişsinizdir, sonra o kişi "hadi" der. "madagaskar'a gidelim". evet evet aynen böyle. "madagaskar'a gidelim". ama nedense birden muhabbet donar o anda. hele de karşı cinsinizden biriyse o konuştuğunuz, geriye bile sarmaya başlar zaman.
böyle bi'şi yaşadığımdan falan değil ama hep yaşamak istediğim bi'şi işte bu. tanımadığım ya da yeni tanımaya başladığım ya da ya da çok takılmadığım bi arkadaşıma "hadi" demek istiyorum. "nolur benle gel, gözümüzü kapayıp, dünya haritasında elimizi bi yere koyalım ve oraya gidelim".
ama yanımıza şunu da alıcaz. beeblebrox !! ♥
böyle bi'şi yaşadığımdan falan değil ama hep yaşamak istediğim bi'şi işte bu. tanımadığım ya da yeni tanımaya başladığım ya da ya da çok takılmadığım bi arkadaşıma "hadi" demek istiyorum. "nolur benle gel, gözümüzü kapayıp, dünya haritasında elimizi bi yere koyalım ve oraya gidelim".
ama yanımıza şunu da alıcaz. beeblebrox !! ♥
23.9.10
masalımsı
bazen saçma sapan muhabbetlerle eğlenilir yerkürede.
o: ufak böcekler vardı hatırlıyor musun, dokununca yuvarlak oluyorlardı. onlar neredeler ?
ben: aa evet. bilmem, çocukken çok olurdu. soyları mı tükendi acep ? :o çok üzücü..
o: en son ne zaman bir taşın altına baktın ki?
ben: hala duruyorlar mı? :o en son pazartesi günü büsürüü taşın altına baktım ki :) nabeeeer? (şımarık çocuk)
o: ne vardı peki, başka bi ırk falan?
ben: mm büsürüü ayaklı böcekler ya da siyah küçük böcekler. ne tür olduklarını bilmiyorum ki..
o: vay adiler ya yediler mi acaba?
ben: neyi yemişler? :(
o: toparlak böcekleri.
ben: yememişler, onların soyu tükenmiş ki, ekosisteme ayak uyduramamışlar. :) (birinci iddia)
o: nasıl ya çok korunuyorlardı işte.. tehlikeye lüzum bile yoktu. dokunmayla top halini alıyorlardı ve açılmıyorlardı. denemiştim çok fena ya.
ben: ama minicikler, ezilmiştir onlar.. :) (ikinci iddia)
o: taşın altında bile ezilmiyordu ya :/
ben: ezilirler ya niye ezilmesinler ?
o: sen mi ezdin onları da :@ (burda şair, çocukluğunda taşla salyangoz ezmiş şahsiyete sesleniyor)
ben: hayır ya. ben niye ezeyim onları ? zaten sayılı görmüşümdür. (üçüncü iddia)
o: off araştırmak lazım. ağzını burnunu dağıtcam onları yok edenin.
ben: kendi kendilerine yok olmuş onlar, uzaya ışınlanmışlar.. :o (dördüncü iddia)
o: bi ciddiyet ya hayvanlar ölmesin yaşasınlar istiyorum, sen ne diyorsun.
ben: ee ben de onu istiyorum, onlar ölmemişler, yaşıyorlarmış galaksi boyu hem de daha ne olsun :) biz hala yerkürede toparlak böcek arıyoruz phh.. :)
edit büdüt: en mantıklı iddia olan 'uzaya ışınlanmışlar'a inanarak uykuya dalmışım sonra..
o: ufak böcekler vardı hatırlıyor musun, dokununca yuvarlak oluyorlardı. onlar neredeler ?
ben: aa evet. bilmem, çocukken çok olurdu. soyları mı tükendi acep ? :o çok üzücü..
o: en son ne zaman bir taşın altına baktın ki?
ben: hala duruyorlar mı? :o en son pazartesi günü büsürüü taşın altına baktım ki :) nabeeeer? (şımarık çocuk)
o: ne vardı peki, başka bi ırk falan?
ben: mm büsürüü ayaklı böcekler ya da siyah küçük böcekler. ne tür olduklarını bilmiyorum ki..
o: vay adiler ya yediler mi acaba?
ben: neyi yemişler? :(
o: toparlak böcekleri.
ben: yememişler, onların soyu tükenmiş ki, ekosisteme ayak uyduramamışlar. :) (birinci iddia)
o: nasıl ya çok korunuyorlardı işte.. tehlikeye lüzum bile yoktu. dokunmayla top halini alıyorlardı ve açılmıyorlardı. denemiştim çok fena ya.
ben: ama minicikler, ezilmiştir onlar.. :) (ikinci iddia)
o: taşın altında bile ezilmiyordu ya :/
ben: ezilirler ya niye ezilmesinler ?
o: sen mi ezdin onları da :@ (burda şair, çocukluğunda taşla salyangoz ezmiş şahsiyete sesleniyor)
ben: hayır ya. ben niye ezeyim onları ? zaten sayılı görmüşümdür. (üçüncü iddia)
o: off araştırmak lazım. ağzını burnunu dağıtcam onları yok edenin.
ben: kendi kendilerine yok olmuş onlar, uzaya ışınlanmışlar.. :o (dördüncü iddia)
o: bi ciddiyet ya hayvanlar ölmesin yaşasınlar istiyorum, sen ne diyorsun.
ben: ee ben de onu istiyorum, onlar ölmemişler, yaşıyorlarmış galaksi boyu hem de daha ne olsun :) biz hala yerkürede toparlak böcek arıyoruz phh.. :)
edit büdüt: en mantıklı iddia olan 'uzaya ışınlanmışlar'a inanarak uykuya dalmışım sonra..
21.9.10
tımarhanenin dışında hayat
hayat öyle geçip gidiyor işte..
dün pikniğe gittik mesela. tam da okullar açılmış, kimse yokken sessiz sakin bi piknik yapalım dedik. az gittik, uz gittik, stabilize yollara girdik, hatta sonra yola benzemeyen yollardan bile gittik. yolda bi koyun sürüsü, öbek öbek 7-8 koyun halinde, başlarını biraraya vermişler, dötleri de güneşe, öylece kıpırdamadan duruyorlar. hani aynen hayatları boyunca çok az şey öğrenen koyunların yeni doğan günü veya yeşil çimenleri her gördüğünde şaşırması gibi şaşakaldım ben de onlara. kuzu psikolojisi bu olsa gerek dedim. koyunları da geçince, sonunda böle kocamaaaan bi ceviz ağacı bulduk ve dibine yerleştik. önce bi etraf tarama, hazırlıklar falan, sonra çay demlendi. güzel bi kahvaltı ve çayın ardından etrafta gezindik. pek bişi yoktu gerçi.
öğle yemeği hazırlıklarına başlarken, 3 tane inek geldi, mö'leyerek beni suyun başından kaldırdılar, kendileri su içip, yollarına gittiler. sonra salıncak kurmaya karar verdik, çok kalın bi ip değildi, ama ince de değildi. kurduk salıncağı, koydum minderi, kendi çapımda eğleniyorum. zaten diyorum düşme tecrübem de var. ne de olsa bir yerde bir ip kopacak ve salıncaktan biri düşecekse o ben olmalıyım. sallandım sallandım, kendi kendimin fotosunu çekmeye çalıştım. işte o anda gök yarılsa, bi uzay aracı gelse, uzaylılar beni araçlarına hüüp diye çekse bile ilginç olmayacak kadar ilginç bi'şi oldu, ip koptu ve birden kendimi yerde buldum. 'yerle bir olmak' aslında böle bişiydi. dirseklerimi sıyıran yere teşekkür ettim. teşekkürüm 2-3 dakika falan sürmüş orda bulunanların dediğine göre. uzun zamandır düşmemiştim malum, nasıl bi duygu olduğunu unutmuşum. sonrası bütün piknik boyunca benim düşüşüm konuşulup gülüşüldü. gülüşülmek ayrı bi mesele.
inekler geri geldi. yediğimiz kavunun kabuklarını yedirdik bi güzel. foto falan çekindik hatta. ee artık şehir çocuğu olmuşuz, öle kolay kolay bi da ineklere kavun kabuğu yediremeyiz tabi.
hayat öyle geçip gidiyor işte.
dün pikniğe gittik mesela. tam da okullar açılmış, kimse yokken sessiz sakin bi piknik yapalım dedik. az gittik, uz gittik, stabilize yollara girdik, hatta sonra yola benzemeyen yollardan bile gittik. yolda bi koyun sürüsü, öbek öbek 7-8 koyun halinde, başlarını biraraya vermişler, dötleri de güneşe, öylece kıpırdamadan duruyorlar. hani aynen hayatları boyunca çok az şey öğrenen koyunların yeni doğan günü veya yeşil çimenleri her gördüğünde şaşırması gibi şaşakaldım ben de onlara. kuzu psikolojisi bu olsa gerek dedim. koyunları da geçince, sonunda böle kocamaaaan bi ceviz ağacı bulduk ve dibine yerleştik. önce bi etraf tarama, hazırlıklar falan, sonra çay demlendi. güzel bi kahvaltı ve çayın ardından etrafta gezindik. pek bişi yoktu gerçi.
öğle yemeği hazırlıklarına başlarken, 3 tane inek geldi, mö'leyerek beni suyun başından kaldırdılar, kendileri su içip, yollarına gittiler. sonra salıncak kurmaya karar verdik, çok kalın bi ip değildi, ama ince de değildi. kurduk salıncağı, koydum minderi, kendi çapımda eğleniyorum. zaten diyorum düşme tecrübem de var. ne de olsa bir yerde bir ip kopacak ve salıncaktan biri düşecekse o ben olmalıyım. sallandım sallandım, kendi kendimin fotosunu çekmeye çalıştım. işte o anda gök yarılsa, bi uzay aracı gelse, uzaylılar beni araçlarına hüüp diye çekse bile ilginç olmayacak kadar ilginç bi'şi oldu, ip koptu ve birden kendimi yerde buldum. 'yerle bir olmak' aslında böle bişiydi. dirseklerimi sıyıran yere teşekkür ettim. teşekkürüm 2-3 dakika falan sürmüş orda bulunanların dediğine göre. uzun zamandır düşmemiştim malum, nasıl bi duygu olduğunu unutmuşum. sonrası bütün piknik boyunca benim düşüşüm konuşulup gülüşüldü. gülüşülmek ayrı bi mesele.
inekler geri geldi. yediğimiz kavunun kabuklarını yedirdik bi güzel. foto falan çekindik hatta. ee artık şehir çocuğu olmuşuz, öle kolay kolay bi da ineklere kavun kabuğu yediremeyiz tabi.
hayat öyle geçip gidiyor işte.
20.9.10
her şey peçeteyle başladı
bir hastalık hali.. burun akıyor, gözler yanıyor. yatakta tavana baka baka ağlıyorum sanki.. :) komik. biri görse halimi, 'evet sonunda jako-bi'yi kesin kaybettik' der. neyseki arada sırada hapşırıyorum, ilaç falan alıyorum göstere göstere. ağladığını gizlemek için yağmurda yürüyen biri gibi, ki buna kim inanır, ben de nezle, grip falanmışım gibi davranıyorum, sanki ?
şekersiz bi çay koydum kendime. içerliyorum şekersiz olmasına, eksik haline. ama yine de içiyorum.
alışmam gerek artık.
şekersiz bi çay koydum kendime. içerliyorum şekersiz olmasına, eksik haline. ama yine de içiyorum.
alışmam gerek artık.
19.9.10
öylece.
bir ispanyol kızı o, borunun üstündeki.. ben her gece onun siluetine bakarak rüyalarıma geçiyorum. böle straplez elbisesi daracık dizlerine kadar, sonra fırfır açılıyor yerde sürünürcesine. dizlerinin üstüne çökmüş, ellerini sıkı sıkıya kenetlemiş, kaldırmış yukarı doğru, bir dua fısıldıyor gökyüzüne.
diyor ki..
öylece uyuyakalmışım sarıp sarmalanıp örtülerime.
diyor ki..
öylece uyuyakalmışım sarıp sarmalanıp örtülerime.
8.9.10
bi'çok
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)