15.7.11

kötü hayaller

kötü bir şeyler olsun istiyorum bana.

mesela çok kötü bir trafik kazası geçirmeliyim. bir kolum ve bir bacağım kırılmalı. gözümün biri morarmalı, şişmeli. alçılar içinde yatmalıyım bi hastane odasında. bütün vücudum acıdan kıvranırken, ziyarete gelenler görmeli halimi, üzülmeli halime. o kadar ki buna dayanamayıp beni yalnız bırakmalı. yapayalnız kalmalıyım o odada. yalnızlığıma ağlamalıyım. moraran gözüm ağlarken yanmalı, daha çok şişmeli. yandıkça, senin haberin olmamasına, senin gelmemene, beni ziyaret etmemene içerlemeliyim. gözümden dökülen her damla yaşı yine de senin için biriktirmeliyim bir şişede.

ya da denizde yüzerken bir girdaba yakalanmalıyım. çok fazla çırpınmalı, gücüm tükenip çok fazla tuzlu su yutmalıyım ama boğulmadan önce biri beni tutup çıkarmalı. insanlar toplanmalı etrafımda sahilde. öldüm mü acaba, yoksa yaşıyor muyum diye merak etmeliler. belki iç organlarım zarar görür, sonrasında hep tedaviyle geçirmeliyim hayatımı, bayat bir şekilde. ve olayın şokuyla deniz fobim oluşmalı. bir daha balkona çıkıp, yakamozlu bir gecede seni düşünerek denizi seyreyleyememeliyim.

bilmiyorum, belki de intihara kalkışmalıyım. iki bileğimi de bir hışımla kesmeli, kanlar damlarken yere yavaş yavaş, bilincimi kaybetmeliyim ben de. odaya gelen biri beni kanlar içinde bulmalı. hissetmeliyim o korkuyu, o acıyı. beni bulan kişi çığlıklar atmalı. bileklerimi sarmalı daha fazla kan kaybetmeyeyim diye, dua etmeli ölmeyeyim diye. hemen hastaneye yetiştirmeli ama hastanede bir türlü A rh negatif kan bulamamalılar mesela. ha öldü ha ölecek derken, son anda bulmalılar kanı.

ve her şeyin sonunda haberin olmalı senin.

illa çok kötü bir şey mi olmalı bana sevgili, pişman olmak için? 
>>bunu da dinleyin 

1.7.11

tuhaf bir yaz gecesi bu..

böyle dans edecektik mutfakta, çay bi yandan demlenirken, hayallerimizdeki müzikle..

"tuhaf bir yaz gecesi dolaşıyor dışarıda.
gürüldeyen külrengi bulutlar, bulutların arasından kanlı bir orak gibi arada gözüken huzursuz bir hilal, geceye toz gibi dağılan sessiz bir yağmur..
hiçbir şey yerli yerinde değil bu akşam.
sanki macbeth’in cadıları çıkacak bir yandan.
en neşelisinde bile kekremsi bir hüzün bulduğumuz eski şarkılar çalıyor.
eğer hayatımız, üstünde damalar olan o kartondan oyunlardan biri olarak konsaydı önümüze, kaybetmeye pek de aldırmadığımız bir oyun olarak, bugüne dek yaptığımız hamleleri aynen yapar mıydık?
yoksa değişik mi olurdu bütün hamleler?
hayatımız, kaybetmeye aldırmadan renkli kareler üstünde parmağımızın ucuyla ittiğimiz bir taş olsaydı eğer; zarlar atıldığında ve şu yana mı, yoksa öbür yana mı süreceğimizi düşündüğümüzde, en doğrusunu endişesizce seçeceğimiz bir oyun olsaydı, taşımızı mutluluğa doğru daha rahat mı sürerdik?
'taşımı o yana doğru sürmeseydim keşke' dediğimiz kareler yok mu hayatımızda?
'bana uzanan o eli değil de öbürünü tutsaydım' dediğimiz yada 'arkasından seslenseydim, gitme deseydim' dediğimiz kareler.
mutluluğa çok yaklaştığımızı bildiğimiz halde mutluluğa arkamızı döndüğümüz ve yıllarca hep hatırlayıp tuhaf yaz gecelerinde kendimizle hesaplaşmak için, hatıraların arasından çekip çıkardığımız anlar.
bir başkasının hayatı gibi yaşasaydık kendi hayatımızı, 'istiyorsan yap' diye rahatça öğütler verip yapılacak olanı hiç tereddütsüz söyleyebileceğimiz yabancı bir hayat gibi yaşasaydık eğer, acaba daha doğru ve daha mutlu bir hayat mı yaşardık ?
taşlarımızı oynanması gerektiği gibi mi oynardık acaba?
bir başkasının hayatında mutluluğa giden yolu bu kadar açık ve aydınlık görürken, kendi hayatımızda neden yolumuzu kaybediyor, neden mutluluğa ulaşmakta bu kadar zorlanıyoruz?
..
mutlulukla aramızda kendimiz mi duruyoruz?
garip bir soru bu..
ama ya doğruysa?

..
korkuyor muyuz mutluluktan?
yoksa yaşanmamış olanları yaşanmış olanlardan daha mı fazla seviyoruz?
'ona sevdiğimi söylemeliydim' yada 'onunla gitmeliydim' dediğiniz anlar yok mu hayatınızda?
niye demediniz, niye gitmediniz ?
korktuk değil mi?
istediğimiz kadar mutlu olamayacağımızdan, terk edileceğimizden, sıkılacağımızdan, başkalarını üzeceğimizden, yaşadığımızın bir gün sona ereceğinden, dostlarımızın yada ailemizin bir gün karşı çıkacağından, yalnız kalabileceğimizden korktuk.

korktuk, çünkü bir oyun değil hayat..
yada bir oyun gibi yaşayacak gücümüz yok bizim.
kundera’nın o çok ünlü romanındaki kahramanı gibi 'hayatı o kadar hafif yaşamaya yetmiyor bizim gücümüz'..
ağır bir şekilde yaşıyoruz biz hayatımızı. mutluluk kavşaklarında hafif manevralar yapamıyor, ağır hamlelerle mutsuzluğa pişmanlığa doğru yürüyoruz.
taşımızı yanlış yöne sürüyoruz.
..
hepimizin hayatından bazı hayaller yürüyüp geçti, hayatımızda kalabilirlerdi, onlara izin vermedik, söylenmesi gerekenleri söylemedik onlara, 'kal' demedik, 'gel' demedik, 'geliyorum' demedik.
konuşmamız gereken yerde sustuk.

tuhaf bir yaz gecesi bu..

bulutlar kaynaşıyor ve hava serin.
ürperiyorum..
'ürperiyorsun' dese benimle mutsuzluğa yürüyen bir dostum, 'rüzgardan' derim ona..
'hayatımızı bir oyun gibi yaşasaydık eğer böyle mi yaşardık, mutluluğa sürmez miydik taşlarımızı' dese biri bana susarım.

biri size böyle söylese..
bilmem siz ne dersiniz..
bir oyun gibi yaşasaydık.."

(Ahmet Altan)
 

J's Süpernova !