31.5.11

aynı zamanda

dinleyerekten >> all that fascination baby

biraz muhabbetin ardından ayrıldık. o yine yapayalın bir halde yollara düşecekti. bu sefer gerçekten öyle olduğunu taa derinden hissedebiliyordum hem de. hiçbir zaman tam zamanında gelmeyen otobüs bekletiyordu soğukta onu. biliyordum, soğuk içine işliyordu ama o sesini çıkarmadan bekliyordu. belki de kızıyordu bana içinden kim bilir. sonunda otobüs geldi. bindi ve gitti.

mesaj atsam iyi olur dedim. saçma sapan hareketlerime anlam veremiyor, beni uzak gördükçe kendini de uzak tutuyordu benden. haklıydı. ben bile ne yaptığımı bilmiyorken, o nasıl bir şeyler yapabilirdi? ne yazsam diye düşünürken her zaman olduğu gibi zaman su gibi akıp geçmişti. acelem yoktu ve kaybedecek bir şeyim de yoktu ama anlam veremediğim bir his engelliyordu beni. ona hep uzak olmalıyım hissi. belki de korkuydu bu. bağlanma korkusu? o da beni terkeder korkusu? onu kaybederim korkusu? düşünmek istemiyorum daha fazla.

gitti bu sefer. gitti bile. ve ben, her zamanki gibi ne halt ettiğimi bilmiyordum.

18.5.11

sing, sing, sing !

çok mutluyum, deli gibiyim. öyle böyle değil. danışmaya bırakılan su tospiği ya da dolabımda bulduğum kurmalı müzik kutusu gibi. ama hepsinden güzeli, en güzeli. o değil de sürprizleri sevmem sanıyordum, yalanın batsın senin.

kapı çaldı, bi koşu açtım.
kargo.
'bana mı?'
'neden?'
'kimden?'
'ne ki acaba?'
 ..diye sorular dolanırken ayağımın altında, paketi kaptım ve açtım hemen.


bi adet kapağı kırık hindi zahra cdsi (ki gelirken kırıldı diye üzülmüştüm, meğerse birileri bana çok sinirlenip çarpmış cdyi heralde :p), çook eski, 1982'den kalma çok tatlı bi kart ve bi an için anlam veremediğim, idrak edemediğim bi adet bilet. rockncoke bileti ! 17 temmuza kadar heyecandan ölmezsem şayet, hala inanamıyorum ve ölebilme ihtimalim var, neredeyse fan olduğum grubu göreceğim. traviiiiiiiiiiiiiiis !!!

bitti.

17.5.11

rüyalar ya da diğerleri

uyanırsın. dün gece yine o kadar karışık rüyalar görmüşsündür ki. hep aynı konulardır halbuki. sürekli bişiler için uğraşırsın o rüyalarda ve bi türlü sonunu getiremezsin. tedirginlik hat safhadadır ya da belirsizlik. gerçi bi gün öncesine göre çok daha iyisindir.. o sabırsızlık, 'yapmalıydım, etmeliydim, demeliydim' düşünceleri yerini sakinliğe bırakmıştır sonunda. yine de aklında binbir türlü soru işaretiyle yeni düşüncelere yelken açarsın.


'diyebilirsin ki, bir insanı, fotoğraflarından ve hakkındaki haberlerden ne kadar tanıyabilirsin? haklısın. belki de çok az.. o zaman şöyle demeliyim: seni az tanıyorum. az..
sen de fark ettin mi? az dediğin, küçücük bir kelime. sadece a ve z. sadece iki harf. ama aralarında koca bir alfabe var.' *

(* hakan günday, az)

15.5.11

eksik hissediyorum.

çok mutluyum. çok üzgünüm. biraz da dertliyim. tam olarak yaşayamadım sanırım. yaşamak derken, içine işlemesi aslında duyguların. çünkü ben göremiyorum, duyamıyorum, anlayamıyorum bazen. bazen de -mış gibi yapıyorum. ama sevdiğimden. `tedirginim, aynı zamanda tetikteyim. yavaşça indiriyorum yelkenleri.´ konuşamıyorum ki. hem de anlatamıyorum. anlaşılamıyorum. anlam veremiyorum. düşünüyorum, hissediyorum, ee biraz da biliyorum ama empati ? ı-ıh. 

sanki her şey çok yeni başlamış gibi. konuşuyorum, konuşuyorum da yapmaya gelince duruyorum. neşeliyim çok, hareketliyim de. bi de hüzünlü. abartırım da çok, abartılıyım da çokça. ama sade olan şeyleri de severim. çünkü dengesizim.  


saçmayım, saçmalarım. çünkü heyecanlıyım, çok heyecanlanırım ve utangacım ve kıskancım ve dikkatsizim ve vurdumduymazım ya, ama yine de..

7.5.11

çot.

erkenden uyandı. çünkü bugün çok heyecanlı geçecek gibi görünüyordu. mutfağa girip, bi kahve yaptı kendine. kahveyi o kadar çok seviyordu ki.. kalbi çok gürültülü atıyordu aslında ama esneyerek 'günaydın' diyen arkadaşı bunu 'üst kat komşunun yaramaz çocukları yine evin içinde koşturuyorlar' sandı. zaten dışardan bakan birisi onu hep sakin görürdü. hep soğukkanlı..

'ne giysem' diye düşündü. aslında çok çok önceden ayarlamıştı ne giyeceğini, senaryolar yazmıştı, diyaloglar, mimikler, hislere kadar. yine de düşünmeden edemedi ne giyeceğini, ne diyeceğini, ne hissedeceğini. hemen hazır olmalıydı, kahvaltısını yapıp çıkmalıydı. arkadaşlarıyla buluşup, hiçbir şey olmayacakmış gibi davranacaktı. dışardan çok sakin görünecekti ama iç organları, başta kalbi, telaştan kriz geçirecek durumda olacaktı. biliyordu. hep öyle olmuştu çünkü.

son dakika aklına gelen 'şalımı da alayım, akşam soğuk olur' düşüncesiyle dışarı çıktı. neyseki hava güzeldi. hava güzel olunca, duygular da güzel oluyordu. kafasını kaldırmadan, bir hızla kampüse ulaştığında arkadaşlarının 'nerede kaldın, açlıktan öldük' bakışlarıyla karşılaştı. kahvaltı yapacakları bir yere oturup portakal suyunu yudumlarken, her şey çok normaldi. herkesin keyfi yerindeydi ve herkesin keyfi yerindeyse, bir şeylerin ters gitme olasılığı neredeyse yoktu. ama o, çok neşesini sakladı, sadece gülümsemelerini bıraktı havaya.

zamanı gelmişti, gidip bir selam verecekti. yutkundu. hiçbir zaman birine selam verirken heyecanlanmazdı halbuki. çot diye karşısına çıkar, gürültülü bir 'selam' çakar, gülümserdi. ama şimdi, çok zor geliyordu. korkutan neydi, onu bile bilmiyordu. bir kere daha yutkundu.

çot diye değil, dışardan sakince, içindense..

-merhaba. 

"J
 

J's Süpernova !