Her halinden arkadaşlarının zoruyla geldiği anlaşılan
sinemada uyuya kalıp başını omzuma düşürmüştü. Öyle tatlıydı ve güzeldi ki film
ara verdiğinde bile arkadaşlarının gülüşmelerine aldırmadan yerimde oturmaya
devam ettim. Sırf saçlarının boynuma değişini biraz daha hissedeyim, o güzel
kokusunu biraz daha koklayayım diye. O gün o filmi ikimizde sevmemiş olmamıza
rağmen şimdilerde bizim için yeri ayrıdır. Ama hala sevmiyoruz. Denemedik değil
hani; bir kaç kez bu kez severiz belki diye oturduk izledik. Ama her seferinde
ilk yarım saatinden sonra ya birimiz uyuyordu ya da canımız sıkılıyor ve
kapatıyorduk. Sonunda tanışmamızda önemli bir yeri olan bu filmi
sevemeyeceğimizi kabullendik.
Sinemada tanışmamızdan 3 gün sonra buluşmuştuk ilk kez.
Aslında numarasını almış olmama rağmen "arasam mı ? çok erken değil mi ? Bekleyeyim biraz. Sonra ararım" falan
derken 2. günün akşamında aramıştım. Aramadan önce defalarca ayna karşısında
diyeceklerimin provasını da yapmıştım ama karşı taraftan gelen
"efendim" sesiyle hepsini unuttum. Bir kaç saniyelik suskunluktan
sonra anca konuşabildim. Şimdilerde sorsanız "yok canım. hiç de heyecanlanmamıştım"
diyecektir ama konuşmasından anlayabiliyordum, o da benim kadar
heyecanlanmıştı.
Ay sonunda "resmi" anlamda çıkmaya başlamıştık.
Çıkmaya başladıktan sonraki ilk "sevgili" buluşmamızda gittiğimiz
cafede her zaman yaptığı gibi karşıma değil yanıma oturmuştu bu sefer. Aslında
biraz şaşırmıştım. Şaşkımlığımı fark etmiş olacaktı ki yanıma sokuldu ve yüzüme
bakıp , gülümseyerek "İnsan sevdiğinin karşısında değil yanında oturmalı."
dedi. Bunu her hatırlayışımda gidip, kafasından çekerek, yanaklarını
dudaklarıma dayıyorum !
Pek kızdırılmaya gelmeyen bir yönü var. Kolumdaki morluklar
onun eseri. Buradan ona seslenip "Sevgiliye şiddete hayır !" diyorum.
Diş izleri ve çimdiklenen yerlerde oluşan morluklar zor geçiyor. Hele şu yaz
sıcağında uzun kollu giymek zorunda kalmak en büyük işkence. Yaz günlerinde onu
kızdırmamam gerek sanırım.
Dönmedolapları çok sever. Zirveye çıkardığı anda tüm şehirin
ayaklarının altında olmasını, her kabinin farklı renklerde olmasını çok sever.
Dönmedolap kolyesi aldığım zaman çok sevinmişti bu yüzden. Boynuma atlayıp
"bitanesin sen ! çok seviyorum seni!" deyip sarılmış ve uzun uzadıya
öpmüştü ya; inanamamıştım ufacık bir dönmedolabın bunları yaptırabildiğine.
Kışın soğuk gecelerinin birinde o koyu yeşil eldivenleri ve
sanki onunla takımmışcasına aynı renkte olan atkı ve montunu giymiş, koluma
girmişti. Buzda kayıp düşmeyelim diye yavaş yavaş yürüyüp eve giderken yol
kenarında ki ufak bir dükkandan gelen sahlebin kokusuyla kendini kaybetmişti. O
düşmemek için minik adımlar atan kız bir anda koşar olmuştu da beni düşürmüştü
ya; bi de elleriyle ağzını kapatarak gülmüyor mu tatlı tatlı ! Kızamıyorum ki
! Sıcak sahleplerimizi içerken yanağıma kondurduğu öpücük düşüşümün tüm acısını
unutturmuştu zaten. Geriye arka tarafı ıslanmış bir pantolun kalmıştı hatıra
olarak.
Erken yattığı gecelerin birinde, uyurkenki masumiyetine bakıp yüzüme saçma bir tebessüm yerleştirdikten sonra çalışma masama gitmiştim. Elime aldığım kağıtla, yapmasını küçükken babamdan öğrendiğim bir origami kuş yaptım. Ortadan tutup, kuyruk tarafından çektiğinizde kanat çırpanlar var ya, onlardan işte. Sabah kalktığında görebilsin diye başucuna koydum. O günün sabahında dudaklarımda hissettiğim dudaklarıyla uyanmıştım. Uyanmaların en güzeli olmalıydı bu."
:)
Daha fazlası için bkz: Kozmikadam